Anma

Geçmişi anmayı çok sever olduk. Anlamak konusunda performansımız hiçbir zaman çok iyi değildi zaten. Ve futbolun futbol dışında her şey olduğu bu zamanda stres atacak, deşarj olacak yerler lazımdı. Bir de “biz” ve “öteki”ler ayrışınca slogan atmak farz olmuştu artık. Önemli günler takvimine bakarak hangi gün ne var, tarihte ne olmuş ne bitmiş araştırmaya başladık. Sahipleneceğimiz, yığınları “biz”leştireceğimiz “öteki”lere haddini bildireceğimiz tarihi fırsatlar lazımdı. Tarih ve kader madem ki bize böylesi bir misyon yüklemişti, bunun idrakinde/bilincinde olmalı ve ‘gereği’ni yapmalıyız.

Herkes kendi safında aynı takvim yaprağını okuyup farklı bir olayı sahiplendi. Gösteri ondan sonra başladı. Sanal alemin kalabalıkları sokakların kalabalıkları ile yarıştı. Kalabalık olmak haklı olmak için bir kriter haline geldi. Yalan ve kuyruklu yalandan daha vahim olan istatistik de işin içine girince ortalık toz dumandan görünmez oldu. Kalabalığın içerisinde eriyen bireylere sorulacak olsa herkes kendi cenazesine ağlamaktadır, ama yas evinde dökülen gözyaşının hesabı yapılmıyor işte. Ya da yapılıyor da karşı tarafa nazire olarak yapılıyor.

Yakın tarih çalışmaları henüz emekleme aşamasında olan bir ülkenin tarih konusunda bilgili vatandaşları olmasını bekleyemeyiz. Ve yukarıda söylenildiği gibi meselenin tarihle bir ilgisi yok zaten. Tarih sadece bir araç. Bir kavgada daha fazla yumruk atmak için bir araç.

Yıl içerisinde savaşların, siyasi olayların, dini günlerin, dini ve siyasi kimliği bulunan kişilerin ve daha birçok şey’in anma töreni düzenlenecek. Hatipler kürsüde yüksek perdeden, tüyleri diken diken eden, insanı sarsıp kendine getiren konuşmalar yapacaklar. Kalabalık alkışlayacak ve hatibin belagatine göre belki de ağlayacak. Kimi anma töreninde Kur’an okunacak kiminde ise denize şarap dökülecek. Herkes kendi meşrebince kendi tarihi anacak. Anacak ve dağılacak.

Süleyman Karagülle iki haftadır Kur’an’ın bir hatırlatma olduğu üzerinde duruyor. Bu düşünceye göre insanlık doğru olanı tarihsel süreç içerisinde uzun denemeler sonucunda yapmaktadır. Kur’an ise insanlığa zaten kendisinin de bildiği ve bulabileceği yolları göstererek yardımcı oluyor. Geçmişte kubbe mimarisinde gelişmeler birçok deneme neticesinde meydana gelmiştir, fakat bugün bu mühendislik bilgileri ile daha hızlı hesaplamalar yapılabilmekte ve farklı mimari tasarımlar mümkün olmaktadır. O halde Kur’an’ın hatırlatmasına kulak verilmelidir.

Kutsal kitaplarda geçmiş zamanların hikayeleri anlatılır ve bunlara bakılarak insanların ibret alması beklenir. Bugün düzenlenen bir çok anma toplantısında da bu vurgu yapılıyor: ‘… andığımız bu günde … yeniden düşünmeli ve … farkına varmalıyız!’. Oysa ne konuşmanın ne de programın içeriğinde genel geçer bilgiler dışında bir bilgi veriliyor ne de bir anlama çabası gösteriliyor.

“Bir savaşı nasıl anlayabiliriz ki zaten? Kaç kişinin öldüğü, sebepleri ve sonuçları her yıl değişecek değil ya! Ya da ölen bir insanı geri getirecek değiliz ya, elbette arkasından güzel sözler söyleyip dağılacağız.” denilebilir. Fakat bu doğru değil.

Hz. Peygamber’in anıldığı günler başta olmak üzere hedef kitleye yönelik gerçekten anımsatıcı ve öğretici faaliyetler yapılabilir. Çölde doğmuş, yaşamış ve ölmüş bir peygamberin anısına gül dağıtmaktansa onun hayatını ve temel ahlakını anlatan küçük risaleler dağıtılabilir ki bunun maliyeti gülden daha düşüktür. Ve en azından insanlar bir şeyler öğrenebilir. Büyük prodüksiyonlara imza atanlar bunların yanında cüz’i bir bütçe ile gene Hz. Peygamber’i merkeze alan İLMİ toplantılar düzenleyebilirler.

İstanbul’un fethi için temsili gemiler yürütmektense İstanbul’a yakışır tarihi ve beşeri çalışmalar yapılabilir. Fetih gününde İstanbul şehirciliği, İstanbul tarihi, İstanbul ekonomisi, İstanbul vatandaşlığı konuşulabilir. Hava karardığında hala havai fişekler için zaman kalmış olur.

Çanakkale’de şehitlikler gezilirken, kar altında Sarıkamış’a yürünürken bir yandan da buralarda can veren insanların bu ülkenin her bir yanından gelmiş olduğu görülerek toplumsal barış yeniden düşünülüp konuşulabilir.

Her hangi bir zulüm anılırken genel olarak zulme karşı durulabilir. Yeni bir zulme kapı açmaya, öfke ve hamaset ile kendinden geçmeye gerek yok.

Irkın ırka üstünlüğü yoktur. Bireysel suçlar toplumlara mal edilemez. Bir devletin zulmü tüm vatandaşlarını suçlu kılmaz. Bu kadar basit genel ilkeleri görmezden gelip kendini şiddetin şehvetine kaptırmaya gerek yok. Nasıl ki peygamberi ilahlaştırmak yanlış ise herkesi şeytan olarak görmek, düşman diye saldırmak da yanlıştır.

Yarın 28 Şubat.

M. Ali Birand 28 Şubat darbesi ile ilgili bir belgesel yapmış. Sapla samanın nasıl bir birine karıştırıldığını, akıl ve vicdan süzgecini devre dışı bıraktığında toplumun ne hallere geldiğinin trajik bir hikayesi. Bunca yaşanmışlık üzerine hamasetle anmak o kadar boş geliyor ki şimdi…